Olmaması Gereken Şeyler – Ön Okuma

ANNE, OĞUL VE KUTSAL ROL

İnsanın okudukları ile yaşadıklarını ayırt edememesi kulağa uyanmak istenilmeyecek eşsiz bir rüya gibi gelse de başa geldiğinde bir kâbusmuş meğer.

Nereden mi biliyorum?

Çünkü annemin -sizin tanıdığınız adıyla büyük yazar Deniz Paker’in- son eserini şu an elimde tutuyorum.

“…Üzerine hiç konuşulmamış meseleler aslında şu yeryüzünde var olmayı en çok hak eden şeylerdir. Ve seninle konuşmamız gereken bir meselemiz var…”

Belki, her şeyi en baştan anlatmam daha iyi olacak.

Alet kullanmaya yatkınlıkları uzuv zenginliğinden midir bilinmez ama babalar, evin bir kenarında duran alet çantaları gibidir. Evde bir arıza olmadığı sürece kimsenin aklına gelmeyen alet çantaları…

Benim babam da bir 21. yüzyıl babası olarak tıpkı kendi endüstrisini yaratan, daha en başından beri kendinden kusurlu olan o teknolojik aletleri üreten şirketler gibi mi düşünüyor? Onlar kendi arıza-tamir çetelerini kurup bir iş dolaşımı başlattılar. Babam da bu yüzden mi hiçbir sorun olmayan hayatımızın içine edip sonra da her şeyi yoluna koyabileceğini göstermek istedi?

Babam, annemi aldattığında nerede olduğumu ve ne yaptığımı bilmiyorum. Ama babamın annemi aldattığı haberi gün yüzüne çıktığında odamda kız arkadaşım Müjgân’la eğlendiğimizi ve annemin, çalışma odasının küçük ölçekli bir kopyası gibi duran salondaki okuma köşesinde yine bir şeyler okuduğunu hatırlıyorum.

“Elin Kadını” kapımızı çaldı. Annemin Deniz Hanım olduğundan emin olduktan sonra babam Muzaffer Galip Bey’in annemi kendisiyle nasıl aldattığını anlattı. Sonra da geldiğinden daha hızlı bir şekilde gitti. Annemin evliliği için ilk ve son kez ağladığını o zaman gördüm. Müjgân’ı evine gönderip annemin yanına gittim. Akşam annemle babam tartışırlarken de yanlarındaydım. Babam ne dediyse sorunu çözemedi ve işlerin yoluna girmeyeceğini anlayınca “Bari şanım yürüsün!” diye düşünmüş olacak ki boşanmayı ve şartları kabul etti. Ayrıldılar. Annem yeniden Deniz Paker oldu. Beni ise babamın muzafferane soyadıyla bıraktığı için ona dargın kaldım.

Ben babamın oğluydum fakat üzülmek dâhil her şeyi annemden öğrendim. Hem de bütün bunların müsebbibi babam olmasına rağmen.

İlk kez bir kızla dışarı çıktığımda, ona güzel bir söz söylemek istediğimde, biri yüreğimi kanattığında ve her şeye rağmen hayata bir anlam vermeye çalıştığımda hep annem yanımdaydı. Bana “Ana Kuzusu” dediler. Öyle olmadığımı göstermek için evden biraz olsun uzaklaşmak istedim.

Hukuk fakültesinde eğitim almaya karar verdiğim yıl tercihimi İstanbul’dan yana kullandım. Beşiktaş şampiyon olduğunda kutlarım diye, fanatik bir romantizmle Beşiktaş’tan bir ev tuttum. Annemle babam ayrıldıktan sonra babamla nadir sohbetlerimizin konularından biri de Beşiktaş olacaktı. İşin ironik tarafı ise kirasını babamın ödediği o evde oturduğum dört yılboyunca Beşiktaş’ın hiç şampiyon olamamasıydı ve ben o mağlubiyet turlarını hep kendi içimde attım sessizce.

Annemin profesyonel okurluktan amatör yazarlığa geçişi de tamamen yalnız kaldığı yıllarda başladı. Yanına her gittiğimde annem de yeni bir kitabını bitirmiş oluyordu ve ben annemin ilk okuru oluyordum. Benim gelişim ile annemin romanını bitirmesi şerefine yemekler yeniliyordu. Birlikte hazırladığımız, ana-oğul içtiğimiz o yemeklerde benim sadece okuldaki notlarımdan ibaret olan başarılı hukuk kariyerim ile annemin bir türlü basılmayan kitaplarına kadeh kaldırıyorduk. Annem kendi gençliğinden kalma şarkılar çalıyordu.

Sonraki sofralara o dönemki kız arkadaşım Selvi, akrabalarımız, dostlarımız konuk oluyordu. Ama o bize özel kutlamamıza ne olursa olsun kimseyi dâhil etmiyorduk.

Annemden ayrı geçen zamanlarda onu ve hayatıma dokunuşlarını gerçekten çok özlüyordum. Ondan arta kalan boşlukları arkadaşlarımla gittiğim tiyatro oyunlarıyla, konserlerle, her hafta birinin evinde toplanılan kalabalık sohbetlerle doldurmaya çalışıyordum.

Mezuniyetim ile annemin ilk kitabının basılışı, yine annemin gayretkeş editörünün de etkisiyle aynı aya denk geldi. Annem ilk kitabından başlayarak yazdığı her şeyi bana ithaf edecekti. Böylece hem oğlunu hem de yazarlığını mezun etmiş oluyordu.

Bense ona bir kuru diplomadan başka bir şey veremedim. Kepler atıldı, fotoğraflar çekildi ve annem, arkadaşlarıma ilk romanından birer tane hediye etti. Ne yalan söyleyeyim, annemin bir ilan dağıtır gibi romanını dağıtması bana tuhaf hissettirmişti. Arkadaşlarım annemin ilk romanını ne kadar beğendiklerini söylediklerinde ise böyle hissettiğim için kendimden utanacaktım.

O akşam annemin romanını ve benim mezuniyetimi boğazda güzel bir yemek yiyerek kutladık. Akşam serinliğinde ürperen annemi omzundaki şal değil de gözlerindeki gurur ısıtıyordu sanki. Başkalarının duyabileceği yüksek sesli övgüler ya da abartılı davranışlar uğramadı masamıza. Annem Deniz Paker, o akşam sadece gururla baktı bana.

Akşam bende kalması için ısrar etsem de babamın evinde kalmak istemediği için oteline bıraktım annemi. Ankara’ya dönecekti. Vedalaştık. Ertesi gün hem babam gelecekti hem de arkadaşlarımla ardımızda bıraktığımız dört yılı kutlayacaktık.