Karanlık Taraflarımız

Editörden…

Lokis her ne kadar 1869 yılında neşredilmiş olsa da, Mérimée’nin hayatındaki izlerine daha önceki yıllarda rastlamak mümkündür. 25 Haziran 1867’de Liza Przeździecka’ya yazdığı bir mektupta Mérimée şu ifadeleri kullanır: “Bana avı öyle bir heyecanla anlatıyorsun ki, çoktan bir kurtla karşı karşıya geldiğini, hatta belki bir ayı gördüğünü sanıyorum. Bu kötü hayvanların ilkini bir kenara bırakın ama ayıları kesinlikle yasaklıyorum, onlar avcılara saygı gösteremeyecek kadar kötü yetiştirilmişler.” Nitekim yazar, Rus ve Baltık coğrafyalarını gezdikten sonra, orada edindiği gözlem ve bilgilerle meşhur romanını kaleme alacaktır. Romandaki pastoral tasvirlerin zenginliği ve yerindeliği de bu seyahatten kaynaklanmış olsa gerektir. Hamlet’in ünlü tiradını ufak yollu değiştirerek, sanıyorum ki, romandaki atmosferi vermeye muktedir oluruz: “Sevgili Horatio, Litvanya ormanlarında, senin tasavvur edebileceklerinden çok daha fazlası var.”

Gotik kurgu türünde kıta Avrupa’sının kült eserlerinden sayılan Lokis, İskandinav kültürü ve Slav paganizmi ile beslenmiştir. Alelade bir korku romanından farklı olarak ince hacmine rağmen, kaybolan diller ve nadir kitaplar üzerine gerçekleşen entelektüel diyaloglar ve en az bunun kadar kıymetli, insanın içindeki hayvan yahut medeniyetin içindeki barbarlık teması ile okura doyurucu bir felsefe sunmaktadır. Dr. Jekyll ve Bay Hyde’dan daha önce yayımlanan roman benzer bir şekilde insan ruhundaki düalist yapıyı işlemekte fakat biri sanayi devriminin geliştirdiği kimya endüstrisinden güç alırken diğeri ise mitolojik söylenceler ve kalıtımla ilerlemektedir.

Lokis, bizi Litvanya sınırları içindeki ve Estonya hudutlarına yakın bir bölge olan Semogitya’ya götürmektedir. Orta Çağ’ın olanca ruhunu koruyan bu bölgenin simgesi bugün de ayıdır ve birçok yerde ayı heykelleri bulunmaktadır. Ayı, tarih ilerledikçe gücünü kaybetmiş efsanevi bir hayvandır. Yüzlerce sene insana en yakın anatomiye sahip olduğuna inanılan bu hayvana Dördüncü Laterano Konsilinde bile bir bahis açılacak ve ona dair “günahlar” şöyle sıralanacaktır: Oburluk, öfke, tembellik, şehvet ve kıskançlık. Ayakta durabildiği ve hepçil bir beslenme tarzına sahip olduğu içindir ki, insana benzetilen ayı, nedendir bilinmez, mitolojik hikâyelerde de insana musallat olan ve hatta onunla çiftleşen muzır bir canlı olarak görülmüştür. Aziz Augustinus’tan itibaren İsevi teolojinin ayıya sırtını dönmesi, Charlemagne’ın Almanya ormanlarındaki toplu katliamı ve nihayetinde 18. yüzyıldan itibaren zooloji dünyasında, insana en yakın hayvan statüsünün ayıdan maymuna doğru evrilmesiyle ayının görkemli ve mitik dönemleri sona ermiş oldu. Heybetiyle armalara geçen, efsanelerde yaşayan, henüz vampir yahut kurt-adam söylencelerinden önce kendi gotik evrenini kuran bozayı bir panayır hayvanı hâline geldi. Günümüzde ise hafif kapitalist bir makyajla peluş ayı oyuncaklar çocuklarımızın en sıkı arkadaşları oldu. Lokis, endişe ve gerilimin sürekli yükseldiği bir tempoyla, bizi belki de son ayı-adam dünyasına davet ediyor.

Lokis, Fransa’da (1869) yazıldı ve İmparatoriçe Eugénie’nin huzurunda okundu. Sovyetler (1925) ve Polonya’da (1970) sinemaya uyarlandı. Litvanya’da (2000) opera olarak sahnelendi. Roman, Litvanya gelenekleri ve Slav mitlerini, mistik gerilim türündeki kurgusuna ustalıkla yediren Prosper Mérimée’nin son kurmaca eseridir. Romana dair belki de tek noksan, günümüze dek Türkçeye çevrilmemiş olmasıdır. Litvanya ormanlarında aniden karşınıza çıkan tek gözlü bir cadı, kulağa korkunç gelebilir. Gelgelelim insan doğasının karanlık tarafları ve içimizde bağlı duran hayvan çok daha korkunçtur. Lokis, bu iddianın ispatıdır.

YAZAN: Elvan Kaya Aksarı