Turgut Uyar, “Hâlbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta” der.
Aslında Ercan Yılmaz’ın şairane ve felsefi polisiyesi de Hollywood icadı korku unsurları olmadan bizi bir maceranın içine çekiyor.
Kos’un antik kenti Asklepion’da, deniz tuzuyla salamura olmuş birkaç misafirden bir polisiye anlatı çıkar mı?
Yazarımız bunu öyle ciddi bir tavırla yapıyor ki karşı çıkmamız imkânsız.
Martı biçiminde bir telefon çalıyor. Ankesörlü telefon… Kabul ediyorum ki, bu Matrixyen bir unsur, gelgelelim karşıdaki ses şöyle diyor: “Son şiir kitabınızın manüskrisi bende.”
Tarihte birçok şey aşırılmıştır ama bir şairin el yazmalarına el sürülmüş müdür, bilemem. Sicil kayıtlarına bakmak gerek.
Ne Sherlock cenaplarının karşısına böyle bir dava gelmiştir, ne de Arsene Lupin böyle bir şeye tevessül etmiştir.
Peki, bir şair için şiir dosyasının başka ellere geçtiğini düşünmenin verdiği endişe az şey midir?
Ve o anda diyelim, başka neler düşünür şair ve şürekâsı?
Sayfalar ilerledikçe anlarız ki, kitap çalmak kitapların kendisi kadar eski bir hadisedir.
Haydi, ağzımdaki baklayı çıkarayım; kitap çalmak, kitap yazmak gibi bir meziyettir.
Peki bir şiir kitabı (bir dosya hangi aşamadan sonra kitaptır?) ne için aparılırsa hırsız kanunlardan muaf tutulur?
Eserimizin ismi aynı zamanda bir pusula… Ankesörlü martıdan, işlikte bal pompasına uzanan bir kurgu anlatının içindeyiz aslında.
Hani kitaplarımızı alıp götüren ve bir daha asla getirmeyen tipler vardır. Yahut izin koparamadığında her şeyi göze alarak onu araklayanlar… Yani ecnebi lügatiyle söylersek biblioklept dediğimiz kitap hırsızları.
Ercan Yılmaz, son anlatısında, harfleri bala bandırarak hepsinin adli sicil kaydını temizlemeyi başarıyor.
Kendi adıma benden götürülen/yürütülen bütün kitapları helal ediyorum.
YAZAN: ELVAN KAYA AKSARI